Küçük kadınlar. 13 bölüm.
Sağanak yağmur indirmişti. Dışarıya bakıp yağmuru izleyen Meg, "Kasım ayı yılın melankolik ayı olmalı..." diye düşündü. Beth, her zaman olduğu gibi iyi tarafından bakarak:
- Eğer şimdi hoşumuza giden bir şey yapıyor olsaydık, bulunduğumğz ayı çok sevdiğimizi düşünürdük! dedi.
Ama Meg'in bugün karamsarlığı üstündeydi:
- Doğru söylüyorsun, ama ailemizin başına hiç iyi bir şey geldiği yok, dedi. Günler gelip geçiyor, yine de hiçbir değişiklik olmuyor, sıkıntıdan patlayacağız.
Jo:
- Ne kadar kötümser bir düşünce! dedi. Bu durumun beni çok şaşırtıyor. Sen başkalarını zenginlik ve bolluk içinde görüyor, eve dönünce de afallıyorsun. Güzel ve akıllısın. Yakında varlıklı bir akraba sana bolca miras bırakabilir.
- Şimdilerde böyle miraslar kalmıyor. Ayakta kalmakiçin herkes çalışarak kazanmak durumunda...
Meg, iç çekerek pencereden bahçeye doğru baktı. Diğer pencerenin önünde olan Beth gülümseyerek:
- Annem sokağın diğer tarafından geliyor, dedi. Laurie de bahçeden geçiyor.
Anneleri ve Laurie aynı anda içeri girdiler. Bayan March:
- Çocuklar, babanızdan mektup gelmedi mi? diye sordu.
Laurie:
- Aranızda benimle araba gezintisine çıkmak isteyen var mı? diye seslendi.
Jo ve Beth teklifi kabl ettiler, ardından Amy:
- Ben de geliyorum! dedi.
Laurie, Bayan March'a yaklaşıp:
- Bir emriniz var mı, efendim? diye sordu.
- Teşekkür ederim, geçerken pstaneye uğrayabilir misiniz? diye sordu. Mektup gelip gelmediğini öğrenebilirsiniz öok sevinirim. Bugün mektup gelmesi gerekiyordu.
Tam o anda ısrarla kapı zili çaldı. Bir dakika sonra Hannah, elinde bir zarfla içeri geldi. Yüzünü ekşiterek:
- Telgraf denen o korkunç şeyleren biri, dedi.
Bayan March, Hannah'ın elinden zarfı çekerek aldı. İki satırlık yazıyı okurken beti benzi attı, hafifçe sendeledi. Laurie o an orada olup onu tutmamış olsa, Bayan Marh yere yığılabilirdi. Jo, annesinin elinden düşen zarfı yerden aldı ve yüksek sesle okumaya başladı:
- Bay March çok hasta. İvedi geliniz.
Önce dein bir sessizlik oldu. Ardından annelerinin hâlini gören kızlar hüngür hüngür ağlamaya başladılar.
Anneleri çarçabuk kendini toparladı.
- Yarın sabah bir tren var, oyalanacak zamanımız yok... Laurie, lütfen geleceğimibildiren telgrafı postaneye götürür müsün? Jo, sen de yazacağım mekubu March Hala'ya götürürsün.
Evdeki şok hâli, yerini telaşlı birtakım hareketlere bıraktı.
Amy ve Beth, annelerinin hazırlıklarına yardım ettiler. Meg, biriktirdiği tüm parayı annesine tereddütsüz verdi. March Hala, yol masrafları için greken parayı getirdi. Komşuları James Laurence, hasta için lâzım olabilecek her şeyi toparlamış; Bayan March yokken dört kız kardeşe gerekli ilgiyi göstereceğini belirmişti. Bu Bayan March'ın moralini yükseltmişti.
Brooke da gelmişti.
- Bay Laurence, bazı işler için beni Washington'a gönderiyor, dedi.Acaba Bayan March, yolculuğu sırasında na yardım edebilmem için kendisiyle gelmeme müsaade eder mi?
Meg:
- Ne kadar da iyisiniz! dedi. Annem bu teklifi memnuniyetle kabul edecektir.
Epeydir ortada gözükmeyen Jo, içeri girdi. Masanın üzerine bir miktar para bıraktı.
- Babamın iyi olması için ben de küçük bir katkıda bulunmak istedim, dedi.
- Ama buraa yirmi beş dolar var! Bu kadarını nereden buldun Jo?
- Onu hakkımla kazandım, dedi.
Şapkasını başından çıkardı. Güzel uzun bukleli saşları artı yerlerinde değildi.
Amy:
- Jo, saçların! diye bağırdı. O muhteşem saçlar! Bunu neden yaptın?
Annesi, kzının bu fedakârlığına:
- Teşekkür ederim, Jo, diyebildi.
Kimse yatağına dönmek istemedi. Anneleri büyük bir uğraştan sonra onları uyumaya ikna edebildi.
Kızlar sabah erkenden kalktılar. Anneleri ayrılana dekgüçlü kalmak için gayret etmeye karar verdiler. Bayan March'ın aklı kalmamalı, tüm dikkatini babalarına yoğunlaşırmalıydı. Anneleri arasında, her şeyin üstesinden gelebilecek evlatlar bıraktığını görmeliydi.
Hepsi anelerinin yol için hazırlanmasına çalışıyordu. Bayan March, üzgün görünüyordu Kimse bir-iki kelimden fazla konuşmuyordu.
Sonunda bayan March:
- Yavrularım, diye başladı söze. Sizi Hannah ve Bay Laurence'a emanet ediyoru. Hannah tam bir sadakat çrneğidir. Bay James Laurence da size kendi kızları gibi bakaaktır. Bu sebepten üzülmüyorum. Benim olamayacağım bu zaman zarfında, şikâyet etmek ve temellik etmek yok. Lütfen günlük işlerinizi tam ve zamanında yapın. Birbirinize iyi davranın. Çalışmak insana iyi gelir, çalışmaktan kaçmayın ve hiçbir zaman umudunuzu kaybetmeyin
Laurie ve büyükbabası uğurlamaya geldi Brooke da çok anlayışlı ve gayret görünüyordu.
Araba hareket etmek için hazırlandığında, Bayan March:
- Hoşça kalın evlatlarım, birbirinize sahip çıkın! dedi. Sonra da hepsiyle tek tek kucaklaşıp vedalaştı.
Araba uzaklaşırke, güneş kendini yeni yeni gösteriyordu. Anneleri geriye baktığında, kızlarının güneşin altın renkli ışınlarıyla sarıldığını gördü. Bunu ailesi için umutlu bir başlangıç olarak gördü.
Dört kardeş, yalnız kaldıklarında dayanamayıp hıçkıra hıçkıra ağladılar. Biraz sonra Hannah çay getirdi.
- Artık ağlamayı bırakın! Birer bardak çay için. Sonra da hepiniz işlerinizin başına! Annenizin sözlerini unutmayın. Ailenize yakışır evlatlar olduğunuzu gösterin.
Jo ve Meg işlerini yapmak üzere yola çiktilar. Daima yaptıkları gibi köşeyi dönerken arkalarına, annelerinin olduğu pencereye baktılar. Bu sefer Bayan March yerinde yoktu. Ama Beth, oradaydı, onlara gülümseyip el salladı.
Birkaç gün sonra, babalarından gelen olumlu haberler kızlara güç katmıştı. Ağır hasta olmasına karşın, iyi ve dikkatli bakım etkisini göstermişti. Brooke, Bay March'ın sağlığı hakkında her gün haber gönderiyordu. Anneleri de sık sk şefkat ve umut dolu mektuplar yazıyordu. Bu arada Büyükbaba Laurence da şu mektubu yazmıştı:
"Bayan March,
küçük kızlarınız çok iyi durumdadır. Torunum ve Beth, bana her gün rapor veriyorlar. Hanna onlara çok iyi bakıyor. Havalar da gayet iyi gidiyor. Brooke'tan bir şey istemekten hiç çekinmeyiniz. Kocanızın bakım ve tedavisi için herhangi bir şeye ihtiyacınız olduğunda, lütfen bana yazın.
James Laurence."
Dört kız kardeş birbirlerine her zamankinden çok daha fazla bağlıydı. Gösterdikleri çaba ve gelen her olumlu haber onları daha da kuvvetlendiriyordu.
Zaman ilerledikçe farkına varmadan çalışma arzuları körelmeye başladı. Her biri verdikleri sözü unutarak kendi alışkanlıklarına daha fazla yer ayırmaya başladı. Jo, ağır bir grip olmuştu. March Hala'dan iyileşinceye kadar evde kalabilmek için izin almıştı. Jo, yakalandığı bu hastalığa pek üzülmemişti. Çünkü artık kitaplarıyla ilgilenmek için daha çok vaktı olacaktı. Meg de tüm boş zamanında ya diiş işiyle meşgül oluyor ya da arkadaşarına ve annesine uzun mektuplar yazıyordu.
Sadece Beth işlere ayn istekle sarılıyor, evin her şeyiyle ilgilenmeye devam ediyordu. Evdeki şleri bitirince de yoksul komşuları Hummel'lere gidiyordu. Ailenin en küçük çocuğu hastaydı. Yatağının baş ucuna ilişip, onunla bir hasta bakıcı gibi özenle ilgileniyordu. Hiç kimse onun ne kdar çok yorulduğunu fark etmiyor, aşırı üzüntüsünü anlamıyordu. Tam da ihtiyacı olan bu zamanda ona destek olmuyor, hep yalnız bırakıyorlardı.
Kızlar güzel kararlar alıyorlardı. Amabu kararları uygulamadaki gayretleri zaman zaman çok azalıyordu. İşte bu ihmal edilen zamanlar, ilide onlara acı ve üzüntü olarak dönecekti.
Annelerinin gidişinde on beş gün sonra Beth:
- Meg, sen Bayan Hummel'in çocuğunu görmeye gidecektin, dedi. Biliyorsun ki annem onları ihmal etmememizi söylemişti.
- Bugün çok yorgunum, ancak yarın gidebilirim.
- Jo, sen gitmek istemez misin?
- Hayır, gribim geçmedi, hem hava da çok soğuk.
Meg, dikişten gözlerini hiç ayırmadan soğuk bir tavırla:
- Neden kendin gitmiyorsun? diye sordu.
Beth yavaş bir sesle:
- Çünkü çok yogunum! dedi. Hem küçük bebekleri de hasta. Ona nasıl bakabileceğimi hiç bilmiyorum. Hannah'ın da evde işi çok, o gidemez.
Meg:
- Ben yarın gideceğim, dedi.
Yine Beth gtmek zorunda kaldı. Eve döndüğünde çok geç olmuştu. Jo, onu ecza dolabının önünde; yüzü solgun, gözeri kıpkırmızı, elinde bir dezenfektan şişesiyle titrerken gördü. Korkuyla:
- Ne oluyor Beth? diye sordu.
Beth eliyle onu geri itmeye çalışarak:
- Sen daha önce kızıl hastalığı geçirdin mi? diye sordu.
- Evet, Meg'le aynı anda geçirdik, neden sordun?
- Yani... Şey... Bayan Hummel'in bebeği kucağımda öldü, dedi. Doktor çok geç geldi... Ve doktor... benim de yakalanmamdan korkuyor... Amy'nin yanıma gelmemesi gerek! Benden ona da geçebilir.
Jo, korku ve vicdan azabından sararmış bir hâlde:
- Beth! diye inledi. Bir hafta seni tek başına, o bebeğe bakmak için gönderdiğime çok pişmanım! Bu yüzden çok yoruldun, hemen yatıp dinlenmelisin. Ben de Hannah'ı çağıracağım, o ne yapılacağını bilir.
Beth, kızıl hastalığına yakalanmıştı. Doktorun ve Hannah'ın fikir birliği yapıp hafıf atlatacağı öngörülerine rağmen, kızıl ekisini giderek artırmıştı. Meg, Beth'in hastalığıhakkında annesine yazmak istedi. Ama son elen mektupta babalarının hastalığında bir kötüleşme olduğu yazıyordu. Hannah ve doktor, kızının hastalığını yazarak kadıncağızı daha fazla üzmemesini söylediler.
Amy'yi halalarına gönderebilmek için epey uğraştılar. Meg, öğrencilerine de hastalık geçmesin diye Kinglere gitmeyip evde kalmıştı. Jo, Beth'in yanı başından hiç ayrılmıyordu. Beth, cesur ve sakin bir hastaydı. Hiç şikâyet etmeden, başına gelenlere tahammül ediyordu.
Ama gün geçtikçe hastalık şiddetlendi, kızcaızın ateşi yükseldi. Zavallı kız çevresindekileri tanıyamaz duruma gelmişti. Kendini piyanoun başında sanıp, parmaklarını çalar gibi gezdiriyordu. Sayıklayıp annesine sesleniyordu.
Doktor hastanın baş ucunda uzun süre gözledikten sonra, Hannah'a fısıldayarak:
- Eğer Bayan March'ın kocasına bir süreliğine yalnız bırakmasına engel bir durum yoksa, onu çağırmanız çok iyi olur, dedi.
Jo, annesine telgraf çekmek üzere hızla kapıdan çıkarken Laurie'ye çarptı. Laurie'nin elinde bir mektup vardı.
- Babanın durumu iyiye gidiyomuş! diye heyecanla konuşta.
Ama arkadaşının perişan hâli yüzünden okunuyordu. Jo hıçkırarak:
- Beth çok hasta, anneme telgrafla habr vermek gerek! dedi.
Laurie, onu ellerinden tutup:
- Metanetli olmalısın Jo! Ben dün akşam annene telgraf ektim. Yarın akşama burada olacak. Merak etme, her şey yoluna girecek! dedi.
O gece kızların asla unutamayacaklrı bir gece oldu. Doktor, gee yarısına doğru Beth'in ateşinin bir kez daha yükselebileceğini, bunu atlatırsa artık tehlikenin kaybolacağını söyledi. Beth bilinçsiz bir hâlde yatıyor, arada bir yavaşça "su" diyebiliyordu. Bitkin düşen Hannah uyuyakaldı. Jo üzüntü, endişe ve yorgunluktan sinirleri yıpranmış bir hâde pencerenin yaynında uyanıktı. Arkasını döndüğünde birden Meg'i elleriyle yüzünü kapamış ve yere çökmüş hâlde buldu. Beth'e bir şey olduğunu düşünüp dehşetle inledi. Tam bu sırada Hannah, yerinde sıçrayarak uyandı. Hemen küçük hastanın alnnı yokladı. Nabzını kontrol etti. Derin bir iç çekip kendini kltuğa bıraktı.
- Ateşi düşmüş! dedi. Şürükler olsun! Terden sırılsıklam olmuş, amasakince uyuyor... Artık kurtuldu...
Biraz sonra doktor geldi.
- Kızımız krızı atlattı, diye konuşmaya başladı. Ama henüz vücut direnci çok zayıf, çok iyi bakılması ve istirahat etmesi gerekiyor...
Jo ve Meg coşkuyla kucaklaştılar, gözlerinden mutluluk gözyaşları akıyordu. Artık annelerini daha huzurlu bir şekilde beklemeye başladılar.
Fırtına sona ermişti. Anneleri geciktiği için endişeleniyorlardı. Güneşin öncüsü alaca karanlık yüzünü göstermeye başladığında, kapı zili çalıyordu.
Hemen sonrasında tanıdık bir ses duyuldu. Bu, Laurie'nin sesiydi.
- Anneniz geldi! diye seslendi. Jo, Meg, müjde; anneniz geldi!
Beth sıkıntılı ve uzun uykusundan uyanıp gözlerini açtığında, karşısında annesinin şefatli yüzü belirdi. Ama o kadar zayıf dümüştü ki ancak bir gülümseme yayıldı yüzüne. Annesini kucağında tekrar ama bu sefer çık daha huzurlu bir uykuya daldı.
Hannah, çok zengin bir kahvaltı hazırladı. Yeni dönen Bayan March'ın heyecanı daha dinmemişti. Meg ve Jo servis yaparken, Bayan March sonunda babaları hakkında konuşmaya başladı. Bay Brooke'un ona refakat etmek ve bakımını üstlenmek için orada kaldığını söyledi. Yodaki kar fırtınasının etkisiyle varışının geciktiğini anlattı.
O akşam Meg, babasına mektup yazmakla meşgüldü. Bu sırada Jo, Beth'in odasına gidiyordu. Annesi de kızının yanı başındaydı. Bayan March, odaya giren Jo'ya döndü ve:
- Ne oldu sevgili kızım? diye sordu.
- Sana bir şey söylemek istiyorum, anneciğim.
- Meg hakkında mı?
- Nasıl anladın? Önemli bir şey değil, ama beni endişelendiriyor.
- Beth uyuyor. Yavaşça anlatabilirsin.
- Geçen yaz Meg, Laurence'larda bir çift eliven bırakmıştı. Ama sadece bir teki geri geldi. Laurie'nin bana söylediğine göre, diğer teki Brooke'taymış. Hem de onu hep yeleğinin cebinde taşıyormş. Bir gün yere düşürmüş ve Layrie fark etmiş. Onunla alay edince de Laurie'ye Meg'i sevdiğini açıklamış. Bu dehşet verici değil mi?
- Meg'in Brooke'a ilgi duymadığını mı sanıyorsun?
Jo gözlerini kocaman açıp, şaşkınca bakarak:
- Kime?.. diye kekeledi.
- Brooke'a tabii ki. Artık ona John diye sesleniyorum. Hastanede buna alışacak zamanım oldu. Hem onun da hoşuna gidiyor.
- Şimdiden onun tarafındasın!
- Babana çok iyi baktı. Sen deonu reddedemezsin. Eğer Meg isterse, onunla evlenmesine de saygı göstereceksin.
- Size kendisini sevdirmek için babama baktı o!
Jo, kızgınlıkla bir kez daha saçlarını karıştırdı.
- Kızım, bu konuda yanılıyorsun. Anlatacaklarımı bir dinle. Brooke, Bay Laurence'in isteği üzerine benimle geldi. Babana o kadar samimi davrandı ki, ondan şüphelenmek olanaksızdı. Meg'e karşı da son derecedürüst oldu. Çünkü onu sevdiğini, ama önce güzel bir yuva kurmak için çabalaması gerektiğini, daha sonra evliliği düşünebileceğini anlattı. Tabii Meg'in bu yaşta evlenmesini kabul edemem, onun için erken olduğunu düşünüyorum. Sakın Meg'e bir şey söyleme!
- Ama, onun varlıklı bir adamla evlenmesini istemez misiniz? diye sordu.
Bayan March:
- Para faydalı bir şeydir, kızım. Bu şüphem yok. Kızlarımın hiçbirinin para sıkıntısı çekmesini de istemem. Ama paranın esiri de olamazlar.
John'un kızımı rahat ettirecek bir kazancının olmasını elbette isterim. Ama evlatlarım için sadece büyük bir zenginlik, gösterişli bir mevki ya da ünlü bir isim istemiyorum. Eğer bunlar sevgi ve erdemle bir araya gelirse bir anlam kazanırlar. Meg'in gösterişsiz bir yaşama başlamasından memnunum. Eğer yanılmıyorsam, zengin kalpli bir insanla hayatını birleştirecek. Bu, her şeyden iyidir.