Küçük kadınlar. 11 bölüm.
Külup posta kutusuna etmek Beth'in işiydi. Bir gün kolları paket ve mektuplarla dolu olarak bahçeden içeri girdi. Mektuplardan biri Jo'ya gnderilmişti. Jo, mektubu açtı ve okumaya başladı:
"Sevgili Jo.
Birkaç İngiliz dostum, yarın bana geliyor. Onlarla beraber eğlenceli bir gün geçirmeyi umuyorum. Hava güzel olursa nehir kenarında çadır kurmak istiyorum. Öğlen yemeği de oada yenmeli. Bir sürü oyunoynarız. Kamp daha eğlenceli olsun diye nehrin karşı kıyısına da çadır kurabiliriz. Gidiş geliş aracı da kayık olur. kocaman bir ateş yakarız. Erkeklerin idaresini Brooke, kızlarınkini de Kate Vogen üstlenecek. Bu, eğlenceli olacağını umduğum kampa hepiniz gelmelisiniz. Mutlaka Beth de gelmeli. Onu kimsenin üzmeyeceğine söz veriyorum. Yiyecek hazırlamanıza gerek yok. Ben her şeyin hazır olmasını sağlayacağım.
Laurie."
Kızların dördü de bu davete çok sevindi. Meg ipek elbisesini, Jo kırmızı*mavi denizci kıafetini giymeye karar verdi. Beth'in ise bu çağrıyı kabul etmesi için önemli bir şartı vardı. Oraya gelen delikanlılar kendisiyle konuşmamalıydı. Şarkı söylemesi ya da piyano çalması için ısrar edilmemeliydi.
Ertesi sabah güneşin ilk ışıkları evin içine sızmaya başladığında, dört kız kardeş hazırlıklarını tamamlamıştı. Meg saçlarını yapmış, Jo yüzüne bolca krem sürmüştü.
İçlerinde ilk hazır olan Beth oldu. O anda pencereden komşu bahceyi gözlüyordu.
Laurie, Jo'ya şaka olsun diye; eski, geniş kenarlı bir şapka göndermişti. Meg, Jo'nun bu eski püskü şapkayı bir kurdeleyle süslediğini fark etti.
- Jo, bu çırkın şapkayı takamazsın! Kendini gülünç duruma düşüreceksin!
- Hayır, takmam gerek! Çok rahat, geniş ve hafif! Göneşten korur. İsteyen glecekse gülsün! Önemli olan benim rhat etmem, gerisi önemli değil.
Jo en öndeydi. Hafif yaz elbiseleriyle, dört eşeli kız çok hoş görünüyordu. Laurie, onları karşılamak üzere koşa koşageldi. Kızları kampın diğer elemanlarıyla bahsederken yüzünü ekşitmesinin sebebi anlaşıldı. Çünkü onun "Var mı bu dönyada benden iyisi!" diyen bir hâli vardı.
Beth, iki delikanlıyı yakından inceledi. Br bacağı engelli korkunç biri olmadığını, aksine ttlı ve nazik olduğunu düşündü ve onunla geçinebileceğine karar verdi. Amy, Grace!in terbiyeli ve neşeli olduğunu görüp, onunla hemen arkdaş oldu.
Çadırlar, yiyecekler ve diğer malzemeler önden gönderildi. Bay Laurence kıyıdan şapkasını sallayarak, iki kayıkla giden gençleri uğurladı. Bir kayıkta Laurie ve Jo, diğerinde Brooke ile Ned kürek çekiyordu. Gelenler, neşeli konuşmalarla kıyıya çıkarken; ev sahibi:
- Kampa hoş geldiniz! diye seslendi. Kampın komutanı Brooke, eğlenc müdürü de benim. Şu meşenin altı toplantı salonu, diğeri yemek salonu, öbürü de mutfaktır. Çok sıcak olmadan kriket oynayalım. Sonra da yemek işine başlarız.
Beth, Frank, Amy ve Grace sekiz oyuncuyu seyretmek için otların üzerinde kendilerine yer buldular. Brooke, kendi takımına Kate, Mg ve Fred'i seçti. Laurie ise Jo, Sallie ve Ned'i aldı. Genç İngilizler çok iyi oyunuyordu ama Amerikalı takım arkadaşları da onlardan geri kalmıyordu.
Oyun kıran kırana geçiyordu. Tartışmalar oluyor, maç sık sık alevleniyordu. Jo da arada sinirleniyor ama nezaketi elden bırakmıyordu. Sonunda Laurie'nin takımı oyunu kazandı. Laurie, zaferin şerefine şapkasını bulutlara doğru gönderdi.
Brooke saatine bakıp:
Yemek zamanı geldi. Meg, Sallie ve eğlence müdürü sofrayı kurmak için bana yardım ederler. Siz de ateşi yakarsınız... Su getirir misiniz? Peki kim iyi kahve yapmayı biliyor?
Kardeşini gururlandırmak isteyen Meg:
- Jo en iyisidir! diye seslendi.
Çoçuklar kuru odun topluyor, büyükler ateş yakıp bir su kaynağından su almaya gidiyorlardı. Kte resim yaparken bir yandan da Beth ve Frank'le konuşuyordu.
Komutan ve yardımcısı sofrayı kurmaya başladılar. Sofra, o kadar güze yiyecek ve içeceklerle donatılmıştı ki hayhan kalmamak elde değildi. Baktıkça insanın iştahı daha da coşuyordu.
Yemek çok neşeli geçti. Her şey çok lezzetliydi. Yemeği ağailık bir alanda yedilkleri için arada bir yemeklerinin içine meşe palamutları düşüyordu.
Jo tabağına çlek alınca, Laurie hemen hafifçe gülümseyerek tuzluğu uzattı ve:
- Tuz ister misiniz? diye sordu.
Jo:
- Bana o korkunç yemeği hatırlatmasan olmaz mı?
Laurie:
- Kampımız harika geçiyor, dedi. Ama benim bunda pek bir etkim olmadı. Her şeyi Brooke, Meg ve siz yaptınız. Bundan sonra ne yapalım dersiniz?
- Hava serinleyinceye dek burada kalırız... Kate yeni oyunlar biliyorolmalı.
Gerçekten de Kate yeni oyunlar biliyordu. Herkes karnını doyurdu ve sonrasında yeni bir oyun oynamak için kampın toplantı salonuna geçtiler. Yeni oyun şöyledi: Birisi bir hikâye anlatmaya başlar, en heyecanlı yerinde bırakır. Bir diğeri kaldığı yerden anlatmaya devam eder. Böylece herkes sırayla hikâyenin sonune tamamlar.
Hikâyeye Brooke başladı, sonra sürprizler ve heyecanla hikâye devam etti.
Sıra Frank'e geldiğinde işler sulandı.
- Ben... yapamam, bu oyunu bilmiyorum! dedi.
Kate, resim yapmaya başlamıştı. Meg de hayranlıkla onu seyrediyordu.
Meg:
- Ne güzel resim yapıyorsun, keşke ben de yapabilseydim, dedi.
- Neden öğrenmiyorsun?
- Vakit ayıramadığım için.
- Annen herhâlde başka yeteneklerini de geliştirmeni ister. Ama öğretmeninden faydalanıyorsundur umarım!
- Öğretmenim yok ki.
- Doğru ya, ben Amerika'da kolejlere İngiltere'dekinden daha fazla devam edildiğini unutuyorum. Babam okullarınızın çok iyi olduğunundan söz etmişti. Özel bir okula gidiyorsundur herhâlde!
- Hiçbir okula gitmiyorum. Ben kendim öğretmenim.
- Gerçekten mi?
Meg biraz kızardı ve bu kadar açık konuştuğu için üzüldü.
Brooke başını kaldırdı:
- Amerika'da genç kızlar, büyükannelerinin sahip olduğundan daa fazla özgürlük ister, dedi. Hayatlaını kazanmaya başladıklarında saygı ve takdir görürler.
Kate:
- Doğrusu onlar adına iyi bir şey, diye yanıt verdi. Bizde de çk değerli ve yetenekli genç hanımlar, öneml ailelerin yanında çalışır. Çünk iyi bir ailenin içinde çok şey öğreni ve iyi yetişirler.
Bu sözler Meg'i incitti.
Kate, kendi kendine mırıldanarak ve başını bir yana yatırarak oradan ızaklaştı. "Ne kadar genç ve güzel olursa olsun, bir öğretmenle arkadaşlık yapmak için buralara gelmedim ben. Ne tuhaf insanlar bu Amerikalılar... Ama Laurie, bunlarla arkadaşlık ederek çok şey kaybedecek, buna eminim!" diye düşündü.
Meg, uzaklaşan Kate'e:
- İngilizlerin öğretmenlere böyle tepeden baktıklarını ve onlara gereken saygıyı göstermediklerini biliyordum, dedi.
Brooke, Meg'e:
- Benim de sizden farkım yok, Ben de sizin gibi mesleğimi seviyorum. İnsanın Laurie gibi bir öğrencisi olunca, öğretmenliği sever, dedi. Ama geleek yıl onu kaybedeceğim için üzülüyorum. O üniversiteye girecek, ben de orduya katılacağım.
- Laurie ve büyükbabası size çok yakın görünüyorlar.
Öğleden sonra yine kriket oynadılar. Güneş batarken sepetlerini yerleştirdiler, eşyalarını paketlediler. Şarkılar söyleyerek kayıklarla geri döndüler.