Küçük kadınlar. 1 bölüm.
Uzun zaman önce, Amerika kıtasında büyük bir dram yaşanıyordu. Birleşik Amerika ikiye bölünmüş ve iç savaş çıkmıştı. Ülkenin güneyiyle kuzeyi birbirine saldırıyordu.
Bu korkunç dönemde ayakta kalmak ve hayata devam edebilmek için çabalayan dört kız kardeş, her şeye rağmen umutlarını koruyordu. Yılbaşından bir gün önce lapa lapa yağan karın altında küçük bir ev, onca soğuğa karşın sıcaklığını kaybetmemişti. Evde ocağın etrafında dört genç kız toplanmış annelerini bekliyorlardı.
Aile içinde Meg diye çağırıla Margaret, henüz on altı yaşındaydı. Kumral, gür saçları omuzlarına dökülüyordu. Kocaman sevimli gözleriyle çok güzel bir kızdı. On beş yaşındaki Josephine yani Jo, çok hareketli bir karaktere sahipti. Parlak siyah saçları iki örgü hâlinde omuzlarından aşağı salınmıştı. Tam bir kitap kurdu olan güzel Jo, neşeli kıpır kıpır hâliyle ve müthiş yazarlık yeteneğiyle herkesi şaşkına çevirirdi. Herkesin Beth diye çağırdığı Elizabeth henüz on üç yaşında çekingen ve sessiz bir kızdı. Son derece yumuşak kalpliydi ve evin kıymetlisiydi. Kardeşlerin en küçüğü ise Amy'ydi. Lüle lüle sarı saçlarının ışıltısı, masmavi gözlerini öne çıkarıyordu.
Jo kızıl alevlerden gözlerini ayırdı.
- Bu çok üzücü, hediyesiz bir yılbaşı, gerçek yılbaşı sayılmaz ki.
Meg içini çekerek:
- Yoksul olduğumuzu unutuyorsun! diye yanıt verdi.
Beth tatlı sesiyle:
- Bizim için en güzel hazine bir aileye sahip olmaktır, dedi.
Jo yüzünü ekşiterek ekledi:
- Ne yazık ki ailemiz tam değil. Babam savaşa gitti. Kim bilir ne zaman dönecek?
Bunları söylerken genç kızın gözleri dolmuştu.
Dördü de gözlerini ateşe çevirip, güneydebir yerlerde çatışmaların içinde kalmış babalarının anılarını aradılar zihinlerinde.
Uzun bir suskunluktan sonra, Meg:
- Çevremizde acı çeken pek çok insan var. Annem bize armağan vermeyi çok istedi. Ama bazı konularda hepimizin fedakârlık yapması gerekiyor.
Jo:
- Biriktirdiğimiz parayla da bazı şeyler alailirdik aslında, dedi. Annemin buna kızacağını sanmam. Çok istediği bir kitap var.
Beth aniden canlandı.
- Ben de bir müzik kitabım olsun isterdim, diye heyecanla söyledi dileğini.
Meg:
- Çocuklara ders vererek kazandığım paraları dilediğim gibi harcayabilirim, diye ekledi.
Jo yüzünü buruşturdu.
- Ben de March Hala'nın yanında sıkıntılıgünler geçirmedim mi? diye konuştu.
Beth ile Amy de okuldaki günlerini hatırlayıp, sızlandılar.
Böylece dört kız kardeşın arasında heyecanlı bir tartışma alevlendi.
Ama Meq'in teklifiyle her şey bir anda durdu. Ablaları biriktirdikleri paralarla annelerine bir yılbaşı hediyesi almayı önermişti. Bundan sonra da kimin ne alacaği konusunda yeni bir tartışma başladı. En sonunda şuna karar verildi: Jo içi kürklü bir çift bot, Meg eldiven, Beth kenarları dantelli birkaç mendil, Amy de bir şişe kolonya alacaktı.
Bu sonuç bildirgesinin ardından Meg:
- Anneme bunları nasıl vereceğiz? diye sordu.
Hediyelerin hayaliyle içine mutluluk dolan Jo:
- Çok kolay! dedi. Armağanlarımızı masanın üzerine yerleştiririz... Sonra da annemi çağırıp, sürprizimizi yaparız.
Dört kız kardeş verdikleri kararın memnuniyetiyle kendilerini dışarıya attı. Annelerinin o sırada evde olmayışı da büyük sürpriz hazırlıkları için harika bir fırsattı.
Eve döndüklerinde hava iyice kararmıştı. Meg lambayi yaktı. Beth ocağın önüne annesinin eski teriklerini yerleştirdi.
Jo:
- Yılbaşı gecesi oynayacağımız piyes için de çalışmamız gerekiyor, dedi.
Jo iyi bir yazardı. Herkesin gözlerini yaşartan acıklı eserleri vardı. Piyeslerinin oyunları da kendisi ve kardeşleriydi.
Jo, bu sonuncu piesinde, o dönemde çok moda olan bir tarzla, tarihi bir olayı allayıp pullayarak canlandırmıştı. Yaşadıkları bölgede Jo gibi olağanüstü etkileyici bir hayal gücüne rastlamak neredeyse imkânsızdı.
Oyunun başlanıcında pek başarılı olamadılar. Ancak temsil güzel bir şekilde bitti. Kendini rolüne fazlaca kaptıran Beth, oyundaki 'haini' cezalandırmak için hamlesini yapıp ocağın siri uçlu demiriyle annesinin terliğine bir delik açtı. Böylece temsil, kahkahalar arasında perdelerini kapattı.
Kahkahaların zirvesinde içeriye giren anneleri, kızlarının yüzlerine mutlu bi ifadeyle bakarak:
Sizi böyle mutlu gördüğüm içi çok sevindim, dedi.
Kızlar, sevgiyle annelerine sarıldılar.
Bayan March, şık bir kadın sayılmazdı. Ama giydiği en basit elbiseyi bile kendine yakıştırmasını bilenince zevkli bir hanımdı. Kızlarına göreyse o, dünyanın en şık annesiydi.
Bayan March, pek mutlu ve heyecan doluydu. Biraz önce postacıyla karşılaşmış, gözlerini pırıl pırıl parlatan o mektubu almıştı. Eşinin mektubunu...
Bu sevinçli haber evin içinde hoş kokulu meltem gibi yayılmış ve tüm aileyi ocağın etrafına toplamıştı. Bayan March, sesindeki o müthiş heyecanı hiç saklayamadan mektubu okumaya başladı. Savaşta ordu rahibi olarak görev yapan Bay March, mektubunun son bölümünde şöyle diyordu:
"... Çocuklarımı benim için öp. Her an onları düşündüğümü söyle. Bana burada güç veren, kızlarımın sevgisi. Onlardan uzakta geçirmek zorunda kaldığım şu bir ıl, bana bir asırdan daha fazla geldi. Fakat olağanüstü bir güçle sabrederek geçirdiğim bu bir yılda insanlara yardım ettim. Sevgili kızlarımın bu sözlerimi çok iyi anlayacağnı biliyorum. Tabii annelerine sevğiyle destek olacaklarına da yürekten inanıyorum. Her biri kendisine düşen görevleri yapacak ve iyi bir insan olmak için cesaretle çalışacaktır. Döndüğümde, dört mükemmel küçük hanım bulacağıma eminim..."
Kızlar bu sözlerden epey etkilenmişler, babalarını kucaklayacak kadar yakında hissetmişlerdi.
Mektubun okunması bitince, kızların her biri mektubu alıp yeniden okudu. Hepsinin gözleri dolmuştu. Özellikle Beth, gözyaşlarını engellemekte çok zorlanıyordu. En sonunda titrek bir sesle:
- Babam ne zaman dönecek? diye sordu.
Bayan March:
- Bir yıl sonra, belki de daha önce, diye yanıtladı.
Bir anlık sessizlikten sonra:
- Artık herkes iş başına! diye devam etti. Yemekten önce yapmamız gereken önemli işler var.
Bayan March, gözlerinde birikmiş yaşları kızlarına göstermeden giysi dolabına doğru yürüdü. Dolaptan en dar bir top kumaş çıkardı. Bu kumaşı, dört defa yan yana getirip dikerek, geniş bir kumaş oluşturmaları gerekiyordu.
Kızlar çabucak harekete geçtiler. Anneleri, Hannah'ın yardımıyla akşam yemeğini hazırlıyordu. Kızlar ise başladıklaı işi bitirmek için uğraşıyorlardı. Hizmetkâr Hannah herkes tarafından sevilen, yumuşak kalpli bir kadındı.
Neşeli bir akşam yemeğinden sonra kızlar, birer yataklarına gittiler. Anneleri kızlarını ayrı ayrı öptü.
Sabahleyin ilk uyanan Jo oldu.
- Uyanın bakalım uykucular! diye girdi.
Meg:
- Annem nerede? diye sordu.
Hannah:
- Anneniz dışarıya çıktı, diye yanıt verdi. Sanıyorum fakir bir hastaya yardım etmek için gitti.
Meg, kardeşlerine doğru döndü:
- Çabuk' diye bağırdı. Bu fırsatı kaçırmayalım armağanları hazırlayalım...
Yılbaşı için aldıkarı hediyeleri bir sepetin içine yerleştirdiler. Sepeti de divanın altına sakladılar. Uygun zaman geldiğinde ortaya çıkaracaklardı.
Beth, pencerede dışarı gözlüyordu. Sonra birden arkasını döndü:
- Annem! Annem geliyor! diye bağırdı.
Hep beraber kahvaltı sofrasına oturduklarında, Bayan March:
- Çok yakınımızda fakir bir evde, muhtaç bir kadıncağız oturuyor, dedi. Dul olan bu kadının bir de beş hasta çocuğu var. Yılbaşı yemeğinizi bu zavallı insanlara vermek ister misiniz?
Jo, kardeşlerinin sözcülüğünü üstlenip:
- Tabii, anneciğim! diye yanıt verdi.
Annelerinin onlar için özenle hazırladığı o lezzetli pastalara ve çöreklere hiç dokunmadılar. Her günkü emeklerini yediler. Hep beraber ellerinde bayram yemekleriyle, akınlarındaki evde oturan fakir aileye gitmek üzere dışarıya çıktılar.
Yarı yıkık dökük, loş, rutubetli ve ürpertici merdivenleri tırmandılar önce. Ardından virane görünümlü bir odaya girdiler. Karşılarında, hayat şartlarının dayattığı zorluklar yüzünden, zamanından önce yaşlanmış olduğu belli olan durgun bakışlı bir kadın ve yaşam enerjileri bitmiş gibi görünen solgun bakışlı zavallı beş hasta çocuk vardı. March aileinin bu odada belirişi, ikinci bir güneş etkisi yaratmıştı. Hasta yüzlü çocuklar belli belirsiz bir umut ışığıyla aydınlandı sanki. Bu acıklı sahnenin etkisiyle duygulanan kızlar, annelerinin kendileri için hazırladığı harika yiyecekleri, bu fakir çocuklara sundular.
Gözleri yaşlarla dolan yoksul kadın, hafifçe gülümsedi:
- Çok teşekkür ederim, sözleri döküldü titreyn dudaklarından.
Büyük bir iştahla kek, çörek ve pastaları yemeye başlaya çocuklar, her birlikte konuştular:
- Teşekkürler!
Oradan ayrılıp yolda eve doğru yürümeye başladıklarında, Beth:
- Böyle harika şeylerden vazgeçmenin, fedakârlığın beni bu kadar mutlu edebileceğin asla inanmazdım, dedi.
Önden koşarak eve giren kızlar, anneleri gelmeden önce hediye sepetini divanın altından çıkardılar.
Bayan March yüzünde bir tebessümle yürümeye devzm etti. Belki de bir şeylersezmişti. Eve girdiğinde, Beth piyanonun önüne oturmuştu. Anneleri salonun girişinde belirince, kızlap hep bir ağızdan geleneksel yılbaşı şarkısını söylemeye başladılar. Bayan March tam o anda masanın üstüne sıralanmış olan hediye paketlerini gördü. Gözleri mutluluk gözyaşlarıyla doldu. Sonra da büyük bir coşkuyla kucaklaştılar. Bu, arch ailesi için unutulmayacak bir sabahtı.
***
O gün March'ların evinde zaman, daha dingin bir şekilde akmaya devam etti. Akşam yemeğinden önce yılbaşı piyesi uynandı. Salonda oturmuş perdenin açılmasını bekleyen on iki çocuk vardı. Bu grup, kızların arkadaşlarından oluşuyordu. Perdenin arkasına küçük bir sahne kurulmuştu.
Dört kız kardeş piyesi başarıyla oynadı. İzleyiciler zaman zaman titrediler ve kedilerine hâkim olamayarak ağladılar. Konusu Orta Çağ tarihinden alınan temsil başarıyla sona erdi. İyi kalpli ve dürüst insanlara ihanet eden kötü adamın cezasını bulması, tüm seyircileri mutlu etmişti. Perde güçlü alkışlar arasına kapandı.
Seyirciler gittikten sonra March ailesi, yılbaşı sofrasında yerlerini almıştı. Kızlar masanın birbirinden güzel pastalar, nefis kokulu kurabiyeler, çeşit çeşit tatlılar ve meyvelerle kaplanmış olduğunu fark ettiklerinde gözlerine inanamadılar. Daha bu sabah, komşu fakir aileye tüm güzel pasta ve kurabiyelerini sunmuşlardi. Bu yüzden akşam yemeğinde böyle güzel bir ziyafet sofrasını hiç beklemiyorlardı.
Bütün bu harika şeyleri gören Amy heyecan içinde:
- Perilerin varlağına inanmalıyız! diye bağırdı.
Beth:
- Hayır, bunları Noel Baba getirmiş, dedi.
Meg:
- Tabii ki annem yapmıştır! diye yanıt verdi.
Bayan March gülümseyerek:
- Hiç biriniz bilemediniz, dedi. Bunların hepsini. Laurie'nin büyükbabası Bay Laurence getirdi...
Jo:
- Bay Laurence mi? diye sordu. Onlarla arkadaş değiliz ki...
Bayan March:
- Hannah sabahki hareketinizi Bay Laurence'in hizmetçilerinden birine anlatmış, diye anlatmaya çalıştı. Tuhaf görünüşlü biri olmasına karşın, çok iyi kalpli bir adamdır. Babamın dostuydu. Fedakârca davanışınız çok hoşuna gitmiş. Bana bir mektup gönderdi. Bu güzel şeyleri kabul etmemizi rica etti.
Jo heyecanla:
- Ne hoş bir adam! diye bağırdı. Torununun da çok cana yakın bir hâli var. Bir de bu kadar utangaç olmasa... Onları yakından tanımayı çok isterim.
Kızlar böyle tatlı tatlı sohbete devam etti. Masanın üzerindeki bu güzel şeylerin tadını çıkararak aynı konuda konuşup durdular. İhtiyar adamın bu düşünceli ve içten davranışı onları çok etkilemişti.
Bayan March:
- Laurie çok iyi yetiştirilmiş bir çocuk, dedi. Zamanı geldiğinde onunla tanışmanızdan memnuniyet duyacağım. Bu güzel şeylere birlikte bana da ayrıca bir buket çiçek getirmiş. Duruşundan kendisini yemeğe davet etmemizi beklediini anladım. Siz tam o sırada temsil veriyordunuz. Kahkahalarınız evin dışına yayılmıştı. Zavallı çocuğun kendi evinde böyle eğlencelerden yoksun kaldığına inanıyorum.
Jo:
- Bir dahaki piyesimize onu da çağırırız, dedi.
Meg, masanın üzerindeki çiçek buletine hayran hayran bakarak:
- Bu kadar güzel bir buket görmemiştim, dedi.
Bayan March:
- Gerçekten de güzl çiçekler, diye yanıtladı. Ama Beth'in bana armağan ettiği gülleri daha çok sevdim.